Yaz… 40 derece sıcaklık, nem, ter kokusu, tıklım tıklım metrobüs, güneşin altında işe yürümek, aile özlemi… Yaz başkaları için ne demek bilmiyorum ama ne yazık ki bana çağrıştırdığı şeylerin çoğunluğu pek de iyi değil. Yazı sevmek de sınıfsal mıdır gerçekten?
Yürüyen bir sınıf kini olan benim için tabi ki yazı sevmek sınıfsaldır. Yazı sevmek için onu yaşayabilmek lazım, hayatta kalmak değil. Denizi sevmek için önce ona ulaşmak lazım. Tatili sevmek için önce ona zaman ayırabilmek lazım. Sıcağı sevmek için her zaman ondan kaçabileceğin bir kliman, belki de soğuk bir biran olması lazım. Yazı gezerek geçirmek için tramvay, metrobüs, 40 derece sıcakta şehirlerarası otobüs değil ayağını yerden kesecek bir şey lazım.
Yazı sevmeyen birine göre yazı aslında fazlasıyla da romantize eden biri olmanın çelişkisi da daima güldürür beni. Rengarenk, şıkır şıkır giyinmeyi; kabanların, ağır montların, berelerin yerini uçuş uçuş etekler, el kadar bluzların almasını kim istemez ki? Maalesef bunlar benim için yazı sevdirmeye yeterli gelmiyor. Eminim birçok kişi için de öyledir. Okulda her gün gördüğüm arkadaşlarımdan ayrılmak, haftada 5 gün işe gitmek, üstüne üstlük bu yaz staj yapmak zorunda olmak, terlemek, bronzlaşamamak, kızarmak, metrobüste klimaların çalışmaması, otobüste iğrenç ter kokularına maruz kalmak, sudan korkmak, yeşili ve gölgeyi sevmek, kültür tatili insanı olmak, 5 günlük bir tatilin kişi başı 70.000 TL tutması falan derken “yaz o kadar da sevilecek bir şey değilmiş ya” diyor insan. Belki bu sorunları elimine ettiğimde yazı sevip sevmediğime dair yeni bir SWOT analizi yaparım. Ama şu an için sonuç belli gibi.
Şu anki hayatının şartları nedeniyle yazı sevemeyen tüm kızlarım, bir gün yazı seveceğiz. Bizi bir mevsime düşman eden tüm koşulları bir gün ortadan kaldıracağımıza inancım tam. O gün görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.
Çok haklı bir yazı. Yaz mevsimi son yıllarda bana sadece sınıf kinimi hatırlatıyor.
Yazın en güzel kısmı sonunda kışa ulaşıyor olmamız ( aslında sonbahar ama anladınız)