İnsanın bir evinin olması hissini uzun zaman sonra yeniden kazandım. Peki neydi yaşadığımız yeri ev yapan? Gerçekten içindeki insanlar mıydı yoksa günün sonunda hayatın karmaşasından çıkıp saklanabileceğin bir sığınak olması mıydı? Benim için ikisi de değildi 8 sene boyunca. Benim için ev; güven, devamlılık ve düzen demekti.
Yatılı bir lise kazandım önce. Yurda yerleşmeden önce çok korkuyordum. İlk defa evimden, annemden uzaklaşıyordum. Tamam, belki haftasonları eve dönme şansım her zaman vardı ama sonuç olarak orada kendime bir yaşam alanı kurmak durumundaydım. Annem demişti ki: “Ben 7 sene yutta kaldım. İlk yurda girerken ağlarsın ama bir yerden sonra da eve dönerken ağlayacak hale gelirsin, öyle ev olur sana orası.” Ben çok katıldığımı söyleyemeyeceğim. Yurt hiçbir zaman ev olamadı bana. İçindeki insanları ne kadar sevdiğim, ne kadar hayatıma dokundukları ve birçoğunun hala hayatımda olmasından bağımsız o hissi veremedi bana. Cumaları tıka basa kitaplarımı, kirli çamaşırlarımı, bakım malzemelerimi doldurduğum ağır sırt çantam ve küçük valizimle 17.15 otobüsünü beklemek benim için bir çileydi. Valiz hazırlamaktan bu sebeple nefret ettim hayatım boyunca. Bana hep bir aceleyi, yetişme çabasını, düzen değişikliğini anımsatırdı. Karınca gibi sırtıma yüklendiklerimle eve giderdim her hafta sonu. Evet, ailemi görürdüm, özlemim dinerdi. Ama düzenimi alt üst ederdim her seferinde. Hayatımın en verimsiz haftasonlarını evde geçirirdim genelde. Ara sıra yurtta kaldığım da olurdu. Hafta sonu yurt yalnızlığı diye bir şey varmış cidden.
Bir süre böyle devam etti lise. Sonra deprem tehlikesi sebebiyle okulumun bahçesindeki yurdumdan ayrılıp geçici olarak başka bir lisenin yurduna nakledildik. Oda arkadaşlarımı kendim seçebildim sonunda ama artık 2 dakika olan okula ulaşma sürem yürüyerek 45, otobüsle 15-20 dakikaya çıkmıştı. Şu an İstanbul’da 4 senedir savaşan biri için 45 dakika bile kısa bir mesafe gibi geliyor ancak küçük bir şehir için oldukça uzundu.
Burada da yine aynı tas aynı hamam devam etti her şey. Ta ki Covid-19 sebebiyle okullar 2 haftalığına(!) tatil edilene dek. Her şeyimizi toplayıp eve döndük. Ki bu kısım en nefret ettiğim kısımdır. Bütün eşyalarını toplayıp yurda girerken sığdığın valizlerin hiçbirine sığamamak, sonra eve dönüp her şeyi yeniden yerleştirmek, yeni bir düzen oturtmaya çalışmak, yurdun düzenine alıştıktan sonra eve uyum sağlama çabası… Bu liste daha uzar gider. Ama tek sorun bu değildi. 2 hafta için çıktığımız tatil birden belirsiz bir süreye dönüşünce belirsizlik alerjisi olan bir insan ne yaparsa ben de onu yaptım. Birden eve kapanmak, hayat tarzımızın değişmesi, okul ve arkadaşlarımı görememek, evde iki tane ergenin olması, sağlık endişesi, annemin buna dayanamayıp psikiyatrik ilaçlara başlaması ve kendini dünyaya kapatıp saatlerce uyuması da üzerine eklenince ben de gerçek hayatı ghostlamaya karar verdim. Yaklaşık bir 3-4 ay kadar internete bile bağlanmadığımı, hiçbir arkadaşımla konuşmadığımı, bilgisayarımda hali hazırda inmiş olan bütün filmleri döndüre döndüre izlediğimi çok iyi hatırlıyorum. Zaten 3 sene önce ev kavramının karmaşasını yaşamaya başlamış olan benim için pek de iyi bir süreç olmadı bu ne yazık ki.
Bu süreci de bir şekilde atlatmak zorundaydım. 11. sınıftan 12’ye geçiyordum çünkü. Silkelenmenin vakti gelmişti. Ailem beni dershaneye yazdırdı. Yaz kursu sebebiyle okulumun olduğu yerde kalmam gerekiyordu ama bizim evimiz ulaşımla aşırı uzaktı dershaneye. Bu sebeple halam ve dayımda kaldım birkaç ay. Onları çok severim ancak insanların evinde yatılı kalma fobime sebep olduklarını söylemeden de geçemeyeceğim. Bana daima sıcak ve misafirperver yaklaşsalar da orası benim için ev değildi. Olamazdı da. Daima diken üzerindeydim, hep erken kalkardım. Sanki yeterince ders çalışmazsam beni kovacaklarmış gibi hissederdim. Sanki fazlalıktım. Yani bunlar böyle değildi hiçbir zaman ama 16 yaşında bir ergen ne düşünürse onu düşündüm. Sınav stresi yeterince ağırdı zaten. Üzerine şehrimin en iyi liselerinden ikincisinin öğrencisi olmak ve en iyi dershanesinin denemelerinde ilk koltuklar için fen lisesiyle at yarışına giriyordum sürekli. Zor bir yazdı benim için ama atlatmayı başardım.
Sonra okul açıldı. Bambaşka bir yurda geçiş yaptık. Ama öyle korkunç bir durumdaydı ki okul; 2 hafta yurta kalıyorsak 2 ay eve dönüyorduk. Aç kapa, aç kapa derken yalama oldu o sene. Sürekli eşyaları topla evine defol. Sonra hop yurt açıldı geri gel derken bu döngünün içinde kayboldum. Düzene ve devamlılığa ihtiyacı olan bir YKS öğrencisine yapılabilecek en büyük kötülüktü belki de. Ama bir şekilde o dönemi de atlattım. Tercihimi yapıp yerleştim. Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümüne yerleşmiştim.
Sonrasında ie artık İstabul telaşı başladı. Artık evden daha da uzaktım. Tabi bahsettiğim ev hiçbir zaman “ev” olmadı benim için beli bir zamandan sonra. Burada da bir yurda yerleştim. İkinci dönem liseden oda arkadaşım ve aynı zamanda en yakın arkadaşımın yurduna nakil aldırdım. O sıra tam 3 kere her şeyimi baştan sona taşımam gerekti. Sonra yaz geldi hadi defol git evine dediler gittik. Sonra 3 ay geçti bir şekilde geri geldik. Hızlı geçiyorum buraları çünkü ben de hatırlamıyorum. 6 Şubat depremine dek (Buraya bir parantez açmak istedim. Aramızda yakını kaybeden varsa eğer nurlar içinde yatsın.) yine aynı teraneydi. Sonrasında bir akşam iş dönüşü bütün yurdun ayrılışını gördük. Okulları online eğitime çevirip hepimizi çıkardılar yurttan. Ne yapacağımı bilmiyordum. Hali hazırda yarı zamanlı bir işim ve okulda aktif olarak yer aldığım teknik bir takım vardı. Takımın faaliyetleri sebebiyle yurt ayarlama durumu vardı ancak bu neredeyse yazı buldu. O sıra oda arkadaşlarımdan birinin (şu an kendisi ev arkadaşım) halasında kaldık ikimiz de 7 ay boyunca. Tam dershane dönemimi hatırlatan bir zamandı benim için. Sadece yalnız değildim bu sefer. Biz bir şekilde yolunu bulduk o dönem ama insanın bir gece kalacak yerinin olmaması çok çaresiz bir hismiş. İnsanın evinin olmamasının ne kadar zor olduğunu anladığım nadir anlardan biriydi bu da. 1. sınıfı da bir şekilde tamamladım ve 2. sınıfa geçtik yurt yeniden açıldı. Yeniden yerleştik. Bir cümle ile yerleştik diyebiliyorum ama üniversiteli genç bir kızın eşyaları liseli bir kızla aynı olmuyormuş. Arkadaşımın halasına giderken o eşyaları nasıl topladığımızı daha doğrusu toplayamayıp bir kısmını doğal seçilime maruz bırakıp attığımızı hatırlamak bile istemiyorum. Aynı çileyi bir de yurda geri dönerken çektik. Arkadaşımın yurttaki son senesiydi ve okuluna devam ettiği için eve çıkmak durumundaydı. Benim de her seferinde aynı çileyi çekmek burama kadar gelmişti. Gaza geldik bir şekilde aradık, taradık, uzun bir ev bakma sürecinin ardından küçük yuvamızı sonunda bulduk. Ekonomik olarak neyime güvendim bilmiyorum ama o dönem eski işimden daha çok kazandığım başka bir part time işe geçmiştim. Kirayı karşılayacak kadar yetiyordu bana kazandıklarım. Buraya yerleştik bu sefer de. Temizliği, eşyaları, yerleşmesi derken tam final haftasında bir dönemimi mahvetmeme sebep olmuştu evim. Evet bunlara sebep olmuştu ama bazen “evim” diyebilmek için bunları yaşamak gerekiyormuş. Küçük bir evimiz var. 2 odası bir salonu var. Öyle harika mobilyalarla Pinterest’teki gibi dizme imkanım olmadı ama o mobilyalar olmadan da “ev” denebiliyormuş 4 duvara. Kutu gibi ama sıcak, okuluma daha uzak ama bize ait, kirasını ödemek için gecelere kadar çalışıyorum çok yoruluyorum ama “evime” dönüp yatağıma uzandığımda geçiyor bütün yorgunluğum. Belki hayatımda romantik anlamda biri yok ama planlarımı 2 kişilik yapabileceğim, eve dönmeden aradığım, ekmek al diye yazdığım, uzun kahvaltılarda keyifi vakitler geçirdiğim bir yoldaşım var. Artık ev, senede 3-4 defa gittiğimin ailemin evi olmaktansa; benim olan, benim düzenime sahip olan, içinde daima beni bekleyen en iyi arkadaşım, sırdaşım, can yoldaşımla hayatımız olan “yuva” anlamına gelmeye başladı. Dışarının kalabalığından, karmaşasından, yorgunluğundan bıktığımda kaçıp saklanabileceğim bir yuvaya ve benim hep yanımda olacak bir arkadaşa sahip olduğum için her fırsatta şükrediyorum.
Biraz uzattım, biraz kafa şişirdim belki ama bunlar 8 senedir “ev nedir?” sorusuna asla cevap bulamayan genç bir kızın artık hiçbir yere ait olamam hissinin zincirlerini kırma öyküsüdür. Bu yazıyı bu süreçte evimizi “yuva” haline getiren sırdaşım, canım arkadaşım Simge’ye adıyorum. İyi ki varsın, iyi ki hayatımdasın. Bu 4 duvarı bize yuva yaparken yanımda olduğun ve beni bu sonu gelmeyen histen kurtardığın için teşekkür ederim. Hep hayatımda olman dileğiyle…
Zor ama güzel bir yolculuk umarım bir gün hepimiz gerçekten burası benim evim diyip tamamen oraya ait olduğumuzu hissederiz. Ev aslında bir yer değil, birileridir, belki de kendini bulmaktır. Yani olduğun yeri sana ait yapan sen ve başka insanlar. bunu geç anladım. Hayatım boyunca hep yanlış insanlarla bir aradaydım ya da yanlış zamandaydı. Belki de ben doğru insanları bulamadım, belki kaçtım. Bazen sorguluyorum bu kadar yanlış mıydı gerçekten yoksa yanlış olan ben miydim? 9. sınıfı depresyonda geçirdim pandemi etkisiyle ve bundan sonra bir daha kendimi toparlayamadım zaten 8. sınıfta ebeveynlerim boşanmıştı, taşınmıştık, bütün çevrem değişmek zorunda kaldı, kedim vefat etmişti ve ben sanki boşlukta süzülüyormuşum gibi hissediyordum kimsem yoktu her şey darmadağınıktı ama eski gittiğim dershaneye gitmeye devam ediyordum ve kendimi oraya ait hissediyordum sadece orada gülüp eğlenebiliyordum. Pandemiden sonra liseye geçince asla kimseyle bağdaşamadım mükemmel arkadaşlık ilişkilerim vardı çok sosyaldim yan-karşı sınıftaki insanlarla bile güle eğlene geçiyordu günlerim ama küçük bir olay oldu ve ben bunu bahane ederek kendi kabuğuma çekildim sanki bunaldım ya da oraya ait hissetmiyormuş gibi hissettim bütün bunlar olurken 8. Sınıftan arkadaşım da benimleydi sonra onunla beraber sınıf değiştirdim ama gittiğim sınıfa asla kendimi ait hissetmedim arkadaşım çok sosyal biriydi onunla beraber takılıyordum ama yine kendimi ait hissetmiyordum insanlarla konuşurken sanki izleyiciymişim gibi davranıyordum hala kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum hala kendimi tanımıyorum ve koca evrende kaybolmuş gibi hissediyorum. 19 yaşındayım ama sanki yeni doğmuşum dünya hakkında hiçbir şey bilmiyormuşum gibi hissediyorum. En azından üniversiteye geçiyorum bu yıl ve kendimi bulabileceğime inanıyorum ama ya tekrar gittiğim yere ait hissetmezsem kendimi, bu belirsizlik beni çok korkutuyor