Özellikle son birkaç aydır aklımda sürekli şu düşünce var: “Neden hayatımızın dönüm noktaları olacak kritik kararları 17-18 yaşlarında bir aptal almak zorunda?” Ben üniversiteye başladığımda ve tercih yaptığımda 17 yaşındaydım. Resmi olarak bankanın annem olmadan bana kredi kartımı kullanmama izin dahi vermediği bir yaşta hayatımın belki de gelecek 40 senesini belirleyecek bir meslek seçimi yapmak zorunda bırakılmıştım. Ben de bunu Makine Mühendisliğinden yana kullandım. Açıkçası neyime güvendim, derslerin cidden ekşi’de bahsedildiği kadar zor olmadığını mı düşündüm yoksa cidden düzenli ders çalışan bir öğrenci olduğum için o dönem çalışınca her şeyi halledebileceğimi mi düşündüm bilmiyorum. Ama belli ki yanlış düşünmüşüm. Tabi bunu 1 sene İngilizce hazırlık ve 3 sene bölüm dersek 4 sene sonra fark etmiş olmam trajik :) Son bütünlememi verirken fark ettim. Eğer beni YTÜ Yıldız Kampüsü’nden okuyan varsa Makine Fakültesi B Blok B403’ü yani o meşhur sarmaşıklı binanın fotoğraflarının çekildiği sınıfı bilir. İşte o sınıfta cidden şuradan aşağı kendimi sallasam mı yoksa 4. sınıfta makineyi bırakıp endüstriye mi geçsem belki daha hızlı mezun olurum düşüncesiyle saatlerce cebelleştim diyebilirim.
Aşık olmak da ya da aşık olduğunu sanmak -bilmiyorum kim ne derse desin buna- da benim üniversite tercihimden sonra gelen en büyük 17 yaş hatalarımdan biriydi. Zaten her şey bu okul yüzünden başlamıştı. 4 sene önce Twitter’dan aldığım bir “sen de ytü’de okuyorsan hazırlık sınavı için falan yardımlaşalım mı?” mesajıyla hayatını alt üst edeceksin deseler inanır mıydım hiç sanmıyorum. Asla, asla dememek lazımmış cidden.
Biz tanıştığımızda ben çok küçüktüm. Yani hem fiziksel hem duygusal olarak. 17 yaşında, hayatında hiç kötü biriyle karşılaşmamış, hiç dost kazığı yememiş, saçma sapan yollara sapmamış, öyle ara sıra crushı olmuş ama arızasız atlatmış, aklı başında ama aynı zamanda Polyanna, realist ama hayallerinin gerçek olacağına dair bir parça da olsa umutlu küçücük bir kızdım. Şu an 21 yaşına gireli aylar oluyor. Ama insan zamanla değil cidden gözyaşı ile büyüyormuş. Yaşlanmak yaşamaktan değil de gözyaşından geliyormuş demek ki. Bu son 4 senenin bana verdiği en büyük ders buydu. O ise benden birkaç yaş büyüktü. Mezuna kalmalar falan derken benim de ekstra 1 yaş küçük olmamı da düşünürsek birkaç yaş fark vardı. Ama zaten üniversite öyle bir yer ki 18-27 yaş arasında kim kaç yaşında anlayamıyorsunuz. Onunla tanışmak Sedef Sebüktekin’in “Sen İstersin” şarkısı gibi hissettiriyordu. Şu an ne kadar her şey Redd-Aşk Virüs’e dönmüş olsa da insanın karnında kelebeklerin uçuşması gerçekmiş. Şimdi geriye dönsem döktüğüm yaşları, heba ettiğim seneleri düşününce o kelebeklerin hepsinin kanatlarını ellerimle sökerdim.
Aşk ne tatmamış genç bir kız için yakışıklı, bunun farkında olan, zeki, ağzı laf yapan, komik bir de mühendis erkek konuya dahil olduğunda daha okul başlayamadan günde 7-8 saat konuşulduğunda hoşlanmaya başlamak işten bile değil tabi. Ama dediğim gibi ne kadar Polyanna olsam da mantıklı da bir kızdım ben. Neredeyse hazırlık sınavından okul başlayana dek geçen sürede tanıdığım kadarıyla O’nun için “bu çocuk benim kalbimi içine tükürür” teşhisini koyup uzaklaşmayı kafaya koymuştum. Tabi o dönem sadece egoist ve kendini beğenmiş sandığım kişinin aslında bir narsist olduğunu bilmiyordum. Aslında o dönem O’nun hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordum. Bu detaylara pek girme niyetinde değilim tabi. Amacım sadece içimi dökmek. Narsisizm maalesef benim ondan önce onu “terk etmiş” olmam gerçeğine dayanamayıp ulaşabileceği bütün kanallardan bana ulaşmaya çalıştı. Sessizdi. Söz vermezdi ama varlığıyla beklenti yaratırdı. Çevresindeki duvarların yüksekliğini görmek için kafamı kaldırmam çok zamanımı aldı. Yakışıklıydı, kendinden emin. Kendine gerçekten hayran mıydı yoksa içten içe kendini sevdiğini çevresine mi kanıtlamaya çalışıyordu muamma. İlgi isterdi ama sevgi borcu hissedince gerilirdi. Sevgiye aç ama sevildiğini hissedince korkar kaçardı. Yaklaştıkça uzaklaşan, soruldukça susan bir bilmeceydi sanki. O istemediği sürece onun hayatına film kaplı camlardan bakabilirdin sadece içeri girmeyi bırak. Böyle bir kişilik reddedilmeye alışık değildi tabi. Özellikle de kendince onun liginde olmayan biri tarafından. Burada araya girmek durumundayım. Ne kadar burada beni yakından tanıyan insanlar olmasanız da tanısaydınız ne kadar komik olduğumdan o kadar da ortalama güzellikte bir kız olduğumu anlardınız diyebilirim. Bir iddiam olmadı yani hiçbir zaman. Konuyu dağıtmadan devam edeyim. Narsisizm maalesef benim ondan önce onu “terk etmiş” olmam gerçeğine dayanamayıp ulaşabileceği bütün kanallardan bana ulaşmaya çalıştı. Ben bu yemi yuttum ne yazık ki. Öyle bir yuttum ki 4 senedir kalanları çıkarmaya çalışıyorum. Hani derler ya sınavlarda ilk aklınıza gelen şık, ilk işaretlediğiniz seçenek daima doğrudur diye. Bu öylesine kulaktan dolma bir şey değilmiş sanırım. Onun hakkında ilk düşündüklerim doğruymuş cidden. Ama ben gözlerimi bu gerçeğe kapatmaya oldukça niyetliymişim.
Benim hatam “ya belki de düşündüğüm gibi olmaz ve beni üzmez hem en fazla ne olabilir ki unutur giderim” diye hafife almamdı en başta. En fazla ne olur ki ha? En fazla bu olur işte. İçinden atamadığın o yangını sabah 05:16’da tanımadığın insanlara dökersin belki bir nebze söner diye. Annene verdiğin sözleri tutamazsın en fazla. Kendini bildin bileli olduğun o parlak çocuğu kaybedersin en fazla. En fazla en olur biliyor musun? Hazırlık sınıfından arkadaşın 3. sınıfta seninle karşılaştığında “Sana ne olmuş böyle? 3 sene önce gözlerinin içi gülüyordu, ışık saçıyordun etrafa. Nasıl çöktün?” diye bir soru sorar ve haftalarca bunu düşünürsün en fazla. Binbir hayalle girdiğin bölümünden bir dönemde 8 dersin sadece 1 tanesini verebilir ve ortalamanı 2.00/4.00’nin altına düşürüp repeat yersin en fazla. Daha da saymak isterdim de 4 senede yaşadığım her şeyi en fazla diye sınıflandırmak yanlış olurdu herhalde.
Bu 4 sene çok gitgelli geçti bizim için. Araya neler neler girdi. Okullar değiştirdi. Bölüm değiştirdi. Çok alakasız bir bölüme geçti hatta. Hatta bir ara ülke değiştirdi. Bunları öylece yazmak artık kolay geliyor ama o dönem neler yaşadığımı Tanrı bile bilmiyor olabilir. Neşe saçan bir kızken melankoliyi bırak depresif, anksiyete ve panik ataklarla boğuşan, kaygılı bağlanan, O’ndan başka hayatına kimseyi alamamış ve her denemesinde daima onca şeye rağmen O’nu aramış yine de bulamamış bir kıza dönüştüm. Aralara çok insanlar girdi. Onunkini sayamam hatta. Hele ilk 3 senede 2 hafta konuşup 3 hafta konuşmayıp o sıra başka insanlarla görüşmeler, buluşmalar, yaşananlar… Bilmiyorum bunları nasıl affettim. Ama unutmadım. İsimlerini unutmak kolay ama o an yaşanan atakları unutmak pek kolay olmuyor. Oda arkadaşımın beni banyoda sessizce ağlarken yakalamasını unutmak pek kolay olmuyor. Unutalım aşalım dense de hiçbir şey tam anlamıyla unutulmuyor. Zaten ortada sağlıklı bir ilişki hatta direkt ilişki olmadığı için bunlar aşılmıyor aksine zamanı geldiğinde ortaya çıkarmak için o ağır ve kalın halımızın altına süpürülüyordu.
Uzunca bir süre kendinden daima taviz veren kişi ben olmuştum. Sevmiştim çünkü. Aşık olmuştum kendimce. Sınırlarım görünmez olmuştu benim için. Mesafeyi, suskunluğu derinlik sandım. Bir şeyleri hep başka şeyler sandım ben. Hep kafamdakilere inanmak istedim. Arkadaşlarım da çoğu zaman aynı şeyi söyledi. Belki de haklılardı. Ben O’na değil de kafamdaki haline aşık olmuştum. Hala gerçeği söyleyebilecek kadar gerçek bir ilişkimiz olmadı. Hatta son dönemde bir şeyleri toparlamaya çalışıyorduk ancak bu sefer benim yaptığım hataların ceremesini çekmekle meşguldük. Ben nasıl unutamıyorsam onun da unutamayacağı şeyler oldu tabi. Hataları karşılaştıracak olursak emin olun ki subjektif yaklaşmıyorum, benim hatalarım onunkilerin yanında devede kulak kalmasına rağmen ben her zaman daha affedici ve yapıcı olmuştum. Ancak son dönemlerde benim de sabrım tükenmişti. İşte o zaman da ibreler tersine döndü o çabaladı ama bende ipler koptuktan sonra yokuş aşağı yuvarlanmaya başladım. Hatalar yaptım. Benim sitemlerimden biri de bu konu hakkında. Onca hatasına rağmen O affedilmeyi hak etmişti ama ben etmemiş miydim? Biz bu çabaya değmez miydik?
Düzeltebilirdik belki de bir şeyleri ama kaçtı. Yine. Şaşırmayı bıraktım ama artık. Sadece önceden yaptığı gibi ona ulaşmama engel olacak şekilde kaçmaya devam etti. Bunu size nasıl anlatırım bilmiyorum ama bu konuda artık travmatize oldum sanırım. Ulaşmayınca insanın eli kolu bağlı, nefes almasına engel olunuyormuş gibi oluyormuş. Senelerdir bana bunu yapıyordu zaten. Ve her seferinde bunu yapma da ne yaparsan yap dememe rağmen. Belki de acı çekmemi istiyordu kendince, belki cezalandırıyordu beni bilemiyorum. Ama seven insan bunu bile bile yapmazdı diyebiliyorum bazen. Ha seven insan bizim birbirimize yaptığımız hataları da yapmazdı ama oldu işte. Bilmiyorum işte. Bilsem buraya yazmazdım zaten. İçimi dökmek istedim biraz. Hem rahatlarım diye hem de belki şu an benim yaşadıklarımın erken fazlarını yaşayanlarınız vardır diye. Umarım sizi sıkmamışımdır. Kendinize cici bakın.
Senin hissettiklerini farklı olaylar aracılığıyla ben hissettim. Yani aşık olmadım, üniversiteye gidemedim hala( 20 yaşına girdim geçen hafta, kendimi bildim bileli parlak bir öğrenciydim ta ki bu son birkaç yıla kadar) ben hiçbir zaman çok neşeli olamadım ama gel gör ki seninle aynı şeyi hissediyoruz. Sanki farklı yollardan aynı yere varmış gibi. Ama yıllarca ağır depresyon ve sağlık sorunları yaşamış bir olarak söylüyorum ki geçecek bu hisler. Gerçeklik kaya gibidir. O kaya ilk başta yüreğini ezer ama üzerinden zaman geçtiğinde ya ufacık bir çakıl taşına dönüşür ya da sahile gittiğinde üstüne oturup denizleri, manzaraları izlediğin o kayalardan biri olur. Yada bazen o kayanın etrafı çiçeklerle kaplanır, bazen evini inşa ederken kullandığın tuğlaya malzeme olur. Bazen sana ulaşmak isteyen kötü niyetli insanların karşısında sert bir duvar olur, seni korur o bir zamanlar yüreğini ezen kaya. Kaya hep orda olacak ama hayatındaki yeri değişecek mutlaka❤️🩹
en guzel ciceklerin mezar taslarında actıgını soyluyor, nazım hikmet. bitmedin aslında yeniden baslıyorsun. henuz gormuyorsun ama topragın altında kok salıyorsun. ve bu sefer acacagın cicek sadece kendin icin olacak. yasadıgın duygu durumları seni daha cok insan yapıyor. gercekten yasayan, buyuyen biri yapıyor; asık olmak, ask acısı cekmek. dunyada “hissedebilmek” kadar degerli bir sey olmadıgını dusunenlerdenim. tum yapılan guzellikleri ya da kotulukleri heybeye yukleyip yola devam etmek. unutmak, unutabilmek ki zaman lazım buna da. hayata karsı daha dik durmak. duyulan nefretin ,ofkenin, kinin agırlıgını tasımamak. yuklerinden kurtuldugun zaman karsına yasadıgın her seyi unutulmasını saglayacak bir an. her sey mumkun. sen istersen. 17 yasındaki sana da cok kalp♥️